23 aralik 2005 cuma tarihine bundan yaklasik 2 ay kadar önce odaklanmistim aslinda. öyle böyle bir tarih degildi, ecnebi halki arasinda christmas arifesi olan, benim gibi oportünist bir bünye icin ise 9 günlük yilbasi tatilinin baslangici anlamina gelen cok güzel, cici bir tarihti bu. parasiz kalmayi ve gerekirse günlerce aksam yemeginde ekmek arasi peynir yemeyi göze alarak gezmek isteyip de gezemedigim olanca cografyaya gitmeye ant icmis idim. tabi bunu yaparken alman demiryollarina minimum para kazandirip, mitfahren nimetinin maksimum tadini cikarmakti niyetim. kendimce akillica davranip 2 hafta öncesinden leipzig veya berlin’e gidecek arabalara mail atmaya basladim.
leipzig evet, ama niye leipzig? efendim beni dogu almanya’nin bu sehrini görmeye sevkeden yegane unsur sayin lise arkadasim, leipzig üniversitesi erasmus ögrencisi isil hanimi yerinde ziyaret etmek ve yilbasini beraber kutlamakti elbette. neyse efenim, ben 2 hafta öncesinden mailleri göndermeye basladim ama, isini haftalar öncesinden garantiye alma ustasi alman irkinin yine gerisinde kalmistim anlasilan. arabalar yolcularini coktan bulmus gibiydi, bana da hicbir olumlu cevap gelmiyordu. tatil basladi, hafta arasi geldi ben hala odamda mtv, eurosport izliyordum, günde 10 saatimi eksi sözlük’te geciriyordum ve ogame’de bol bol döteryum sentezleyip filomu büyütmeye calisiyorsum. öte yandan daha geziye cikmadan ekonomik göstergelerim kirmizi kirmizi lambalarini yakip söndürmeye baslamis, ekmek arasi peynirlerimi erkenden yemeye baslamistim. odamda magara adami modunda yasamaya devam ederken makus talihimi calan telefon degistirdi. arayan hannover’deki stajerlerden sabina’ydi. hemen hannover’e gelmemi istiyordu, ordan da wolfsburg’a gidip rdaki volkswagen fabrikalarini (bilinen adiyla autostadt – $ehr-ül otomobil) gezecegimizi söylüyordu. ben o anda mitfahren sitesinden cevap beklemeyi birakip “bas bas paralari alman demiryollarina, bi daha mi gelicez dünyaya” diyerekten bavulumu hazirlamaya basladim, tras mras olaylarina girerek normal insan moduna dönüs yaptim ve carsamba 3 gibi sonunda evi terkettim. lakin tren rötarlari hannover’e erken varmama engel oldu ve wolfsburg planimiz yalan oldu. ama ben deutsche bahn’a daha da para kazadirmaya kararliydim. aiesec hannover’le takilinan gecenin sabahinda, persembe 07:30 berlin treninde yerimi aldim.
evet, berlin. dogu almanya’ya leipzig’e gidilmisken berlin’e ugramamak aptallik olurdu tabi. bilet en ucuz olsun diye 4 defa tren degistirilmesi gereken bir seferin biletini aldim. normalde trenin 3 saatte alacagi yol bu sekilde 5 saate cikmisti artik. bu arada, önceki gün gitmeyi planlayip da gidemedigimiz volkswagen fabrikasini trenle wolfsburg’dan gecerken gördüm. be böyle devasa bir fabrika görmedim diyerekten kisa kesiyim. derken, persembe oglen 13 gibi berlin zoologischer garten tren istasyonunda isil hanimla bulustum (bu arada, takriben 4 sene sonra ilk defa görüsmüs olduk) ve berlin gezimize basladik, aksam dönüs trenimiz 6 da oldugu icin 5 saat vaktimiz vardi ve tabiri caizse bir metropolü kosarak gezmemiz lazimdi, ki öyle yaptik. karlar altindaki berlin caddelerinde kah kostuk kah kaydik, alman parlemento binasini (reichstag) gezmek icin diger turistlerle beklerken donma tehlikesi gecirdik, brandenburger tor’u gezdik, ünlü türk mahallesi kreuzberg’in girisindeki ünlü “kreuzberg merkezi” yazisinin altinda resim cekildik vs vs… “berlin crash course: 5 saatte berlin’i gezin” adli bir kitap yazmaya namzet bir efor sarfettik aksam da leipzig’e dogru yola ciktik. ama soguk pesimizi birakmiyordu tabi, dessau’da rötar sebebiyle 1 saat bekledikten sonra ancak gece 11’de leipzig’e varabildik. ac, susuz, yorgun ve üsümüs iki kisi olarak yasanabilecek cogu primitif dürtüyü yasiyorduk. derken isil hanimin, erasmus yoldasi sinem hanimla kaldigi yurda gelerek kapali ve sicak yer özlemimizi dindirdik.
simdi, biraz da leipzig görünümleri… leipzig, oldukca sessiz ve sehir olarak tabiri caizse bazal metabolizmada yasayan bir dogu alman kenti. johann sebastian bach’in memleketi. sehir merkezinde bulunan eski katedraller ve süslü binalarin yaninda, sehrin geri kalanini nerdeyse tamamen kaplayan, ddr zamanindan kalma, asiri sade, kutu gibi, soguk dogu blok’u binalari var. good bye lenin filmindeki gibi… 2006 dünya kupasinin maclarinin bi kismina da ev sahipligi edicegi icin sehir merkezi bu vakitlerde tam bir santiye görünümünde. ama yine de güzel sehir vesselam. biz de bu sehri gezmeye görmeye calistik gücümüz yettigince.misal, ddr zamanini ve rock müzigin tarihsel gelisimi anlatan 2 güzel müzeyi gezdik. 30 aralik gecesi ilk defa buz pateni yapmayi denedik ve 3 saatin sonunda sayisiz defa düserek yilbasi öncesi ücümüz de gazi olduk, 7 yasinda salto atan alman cocuklarina tanik olup “bizim de ülkemizde buz pateni pistleri yapilmali, devlet buna bisey yapmasi lazim” dedik. ardindan da yilbasi gecesi geldi catti efendim. uzun bir süre yilbasi gecesi ne yapacagmiza karar vermeye calistiktan sonra, en sonunda sehir merkezinde bir bara gitmeye karar verdik. ama bu kadar kolay olmayacakti, cermen insaninin bir diger garip özeligini daha ögrenecektik bu vesileyle. bu adamlarin tek yilbasi eglencesi caddelerde tonla havayi fisek patlatmak, ve görülebilecek en dogal manzaralardan biri, asiri bira tüketmis bir almanin elindeki maytabi havaya aticam derken önündeki kalabaliga atmasi, ve etrafta sürekli dolanan ambulanslar, ve itfaiyeler ve vs vs.. neticesinde efendim, biz yilbasina patlayicilarin gölgesinde, barut kokularinin arasinda gazze seridinden farksiz bir ortamda girdik. bunun yanisira sarjim da bitti, sarj aletimi de almayi unuttugum icin kimseyi arayamadan ve kimse tarafindan aranamadan bir yilbasi gecesi gecirmis oldum. bombalardan kacarak yurt binamiza sigindik ve efendi gibi alkolümüzü alarak yilbasi gecemizi noktaladik.
böyle iste efendim, kisa bir yilbasi ve yol hikayesi.
satirlarima son veririkene, bu yaziyi okuyan okumayan herkeslerin yeni yilini kutlarim efendim. saglik, mutluluk ve basari getirsin herkese 2006. haydi selametle!







