Dogu Almanya’da Bir Yilbasi

23 aralik 2005 cuma tarihine bundan yaklasik 2 ay kadar önce odaklanmistim aslinda. öyle böyle bir tarih degildi, ecnebi halki arasinda christmas arifesi olan, benim gibi oportünist bir bünye icin ise 9 günlük yilbasi tatilinin baslangici anlamina gelen cok güzel, cici bir tarihti bu. parasiz kalmayi ve gerekirse günlerce aksam yemeginde ekmek arasi peynir yemeyi göze alarak gezmek isteyip de gezemedigim olanca cografyaya gitmeye ant icmis idim. tabi bunu yaparken alman demiryollarina minimum para kazandirip, mitfahren nimetinin maksimum tadini cikarmakti niyetim. kendimce akillica davranip 2 hafta öncesinden leipzig veya berlin’e gidecek arabalara mail atmaya basladim.

leipzig evet, ama niye leipzig? efendim beni dogu almanya’nin bu sehrini görmeye sevkeden yegane unsur sayin lise arkadasim, leipzig üniversitesi erasmus ögrencisi isil hanimi yerinde ziyaret etmek ve yilbasini beraber kutlamakti elbette. neyse efenim, ben 2 hafta öncesinden mailleri göndermeye basladim ama, isini haftalar öncesinden garantiye alma ustasi alman irkinin yine gerisinde kalmistim anlasilan. arabalar yolcularini coktan bulmus gibiydi, bana da hicbir olumlu cevap gelmiyordu. tatil basladi, hafta arasi geldi ben hala odamda mtv, eurosport izliyordum, günde 10 saatimi eksi sözlük’te geciriyordum ve ogame’de bol bol döteryum sentezleyip filomu büyütmeye calisiyorsum. öte yandan daha geziye cikmadan ekonomik göstergelerim kirmizi kirmizi lambalarini yakip söndürmeye baslamis, ekmek arasi peynirlerimi erkenden yemeye baslamistim. odamda magara adami modunda yasamaya devam ederken makus talihimi calan telefon degistirdi. arayan hannover’deki stajerlerden sabina’ydi. hemen hannover’e gelmemi istiyordu, ordan da wolfsburg’a gidip rdaki volkswagen fabrikalarini (bilinen adiyla autostadt – $ehr-ül otomobil) gezecegimizi söylüyordu. ben o anda mitfahren sitesinden cevap beklemeyi birakip “bas bas paralari alman demiryollarina, bi daha mi gelicez dünyaya” diyerekten bavulumu hazirlamaya basladim, tras mras olaylarina girerek normal insan moduna dönüs yaptim ve carsamba 3 gibi sonunda evi terkettim. lakin tren rötarlari hannover’e erken varmama engel oldu ve wolfsburg planimiz yalan oldu. ama ben deutsche bahn’a daha da para kazadirmaya kararliydim. aiesec hannover’le takilinan gecenin sabahinda, persembe 07:30 berlin treninde yerimi aldim.

evet, berlin. dogu almanya’ya leipzig’e gidilmisken berlin’e ugramamak aptallik olurdu tabi. bilet en ucuz olsun diye 4 defa tren degistirilmesi gereken bir seferin biletini aldim. normalde trenin 3 saatte alacagi yol bu sekilde 5 saate cikmisti artik. bu arada, önceki gün gitmeyi planlayip da gidemedigimiz volkswagen fabrikasini trenle wolfsburg’dan gecerken gördüm. be böyle devasa bir fabrika görmedim diyerekten kisa kesiyim. derken, persembe oglen 13 gibi berlin zoologischer garten tren istasyonunda isil hanimla bulustum (bu arada, takriben 4 sene sonra ilk defa görüsmüs olduk) ve berlin gezimize basladik, aksam dönüs trenimiz 6 da oldugu icin 5 saat vaktimiz vardi ve tabiri caizse bir metropolü kosarak gezmemiz lazimdi, ki öyle yaptik. karlar altindaki berlin caddelerinde kah kostuk kah kaydik, alman parlemento binasini (reichstag) gezmek icin diger turistlerle beklerken donma tehlikesi gecirdik, brandenburger tor’u gezdik, ünlü türk mahallesi kreuzberg’in girisindeki ünlü “kreuzberg merkezi” yazisinin altinda resim cekildik vs vs… “berlin crash course: 5 saatte berlin’i gezin” adli bir kitap yazmaya namzet bir efor sarfettik aksam da leipzig’e dogru yola ciktik. ama soguk pesimizi birakmiyordu tabi, dessau’da rötar sebebiyle 1 saat bekledikten sonra ancak gece 11’de leipzig’e varabildik. ac, susuz, yorgun ve üsümüs iki kisi olarak yasanabilecek cogu primitif dürtüyü yasiyorduk. derken isil hanimin, erasmus yoldasi sinem hanimla kaldigi yurda gelerek kapali ve sicak yer özlemimizi dindirdik.

simdi, biraz da leipzig görünümleri… leipzig, oldukca sessiz ve sehir olarak tabiri caizse bazal metabolizmada yasayan bir dogu alman kenti. johann sebastian bach’in memleketi. sehir merkezinde bulunan eski katedraller ve süslü binalarin yaninda, sehrin geri kalanini nerdeyse tamamen kaplayan, ddr zamanindan kalma, asiri sade, kutu gibi, soguk dogu blok’u binalari var. good bye lenin filmindeki gibi… 2006 dünya kupasinin maclarinin bi kismina da ev sahipligi edicegi icin sehir merkezi bu vakitlerde tam bir santiye görünümünde. ama yine de güzel sehir vesselam. biz de bu sehri gezmeye görmeye calistik gücümüz yettigince.misal, ddr zamanini ve rock müzigin tarihsel gelisimi anlatan 2 güzel müzeyi gezdik. 30 aralik gecesi ilk defa buz pateni yapmayi denedik ve 3 saatin sonunda sayisiz defa düserek yilbasi öncesi ücümüz de gazi olduk, 7 yasinda salto atan alman cocuklarina tanik olup “bizim de ülkemizde buz pateni pistleri yapilmali, devlet buna bisey yapmasi lazim” dedik. ardindan da yilbasi gecesi geldi catti efendim. uzun bir süre yilbasi gecesi ne yapacagmiza karar vermeye calistiktan sonra, en sonunda sehir merkezinde bir bara gitmeye karar verdik. ama bu kadar kolay olmayacakti, cermen insaninin bir diger garip özeligini daha ögrenecektik bu vesileyle. bu adamlarin tek yilbasi eglencesi caddelerde tonla havayi fisek patlatmak, ve görülebilecek en dogal manzaralardan biri, asiri bira tüketmis bir almanin elindeki maytabi havaya aticam derken önündeki kalabaliga atmasi, ve etrafta sürekli dolanan ambulanslar, ve itfaiyeler ve vs vs.. neticesinde efendim, biz yilbasina patlayicilarin gölgesinde, barut kokularinin arasinda gazze seridinden farksiz bir ortamda girdik. bunun yanisira sarjim da bitti, sarj aletimi de almayi unuttugum icin kimseyi arayamadan ve kimse tarafindan aranamadan bir yilbasi gecesi gecirmis oldum. bombalardan kacarak yurt binamiza sigindik ve efendi gibi alkolümüzü alarak yilbasi gecemizi noktaladik.

böyle iste efendim, kisa bir yilbasi ve yol hikayesi.

satirlarima son veririkene, bu yaziyi okuyan okumayan herkeslerin yeni yilini kutlarim efendim. saglik, mutluluk ve basari getirsin herkese 2006. haydi selametle!

Hamburg’da

hamburg’a gitme planimin bu hafta da yatmasini kesinlikle istemiyordum. o yüzden sali gününden hazirliklara basladim. tren biletine tek gidis icin 60€ ver(e)miycegime göre tek care mitfahren’di. mitfahren nedir? simdi mitfahren, burda cok ragbet gören bir ulasim sistemi. arabaniz varsa, istediginiz bir mitfahren sitesine giriyorsunuz(www.mitfahrgelegenheit.de bence en iyisi), su saatte surdan suraya gidiyorum, n tane bos yerim var, adam basi x euro alirim diyosunuz. benim gibi yolcuysaniz, istediginiz saati ve gitmek istediginiz sehri girip begendiginizi seciyosunuz, söförüne mesaj atiyorsunuz. gönlünüze göre takiliyorsunuz, gayet kullanisli. neyse efendim, 12’ser euroya gidis ve dönüs araclariyla anlastim. kitapcidan bir hamburg haritasi aldim, actim google earth’ü basladim hamburg’u calismya, nereleri gezmeli, ne yapmali incelemeye. bu da bitti, sira geldi kalicak yeri bulmaya. lakin gelin görün ki internet’te arastirdigimda hicbir bos hostel ve ya otel olmadigini gördüm. bi gün gecti, buldugum bazi otellere mail attim, yavas yavas hepsinden “yer yok kardesim” mesajlari geldikce inceden tirsmaya basladim ben.

cumartesi sabahi 9:00’da beni götürecek yesil fiat punto’ya bindigimde hamburg’da kalicak yerim halen yoktu. haftasonu havanin 20 derece civari oldugunu (bu arada nedense burda havalar anormal derecede güzel gidiyo) ögrenmis ve ciddi ciddi gece parkta bi yerde uyurum di mi leen diye aklimdan planlar bile gecirmeye baslamistim, artik nasil gaza geldiysem gezicem diye… benden baska bir yolcu daha vardi, geyik yapa yapa iki bucuk saatte hamburg’a vardik.

simdi, iyi güzel hamburg da, niye hamburg denilebilir. nedir bu sehrin özelligi? öncelikle hamburg almanya’nin berlin’den sonra ikinci büyük kenti. ve avrupa’nin rotterdam’dan sonra ikinci, dünyanin ise 4. büyük limanina sahip. ama benim icin en önemlisi bu sehirde deniz, nehir, göl veya okyanus gibi su ihtiva eden cografi bir durum var. yani isin özü ben izmir’i ve deniz kokusunu özledim. hamburg’un icinden elbe nehri geciyor, ve sehrin icinde sayisiz kola ayriliyor. ayrica sehrin göbeginde alster adinda bir göl var. sehrin icinde 2600 kadar köprü var, yani venedik halt etmis yaninda.

arabadan indikten sonra metroyla st. pauli mahallesine geldim. st. pauli’nin benim icin mühim olan özelligi fatih akin’in burda yasamasi. ayrica fatih akin, duvara karsi ve temmuzda’yi da burda cekmis. belki kisa ve acisiz’i da burda cekmistir, bilmiyorum. o filmleri izledigimden beri burlari bir görme istegi dogmustu bende. neyse, st. pauli’nin ünlü caddesi reeperbahn’da sirtimda cantayla yürürken nette rastladigim ama bos yer olmadigini gördügüm hotel stern adli bir hostelin önünden gectigimi farkettim. yer yok gerci ama, belki bi oda bosalmistir diyerekten daldim iceri. resepsiyondaki kadin sadece 1 oda oldugunu, onu verebilecegini söyledi, direk atladim tabi. odanin kendi tuvaleti ve dusu yokmus, kattaki ortak banyo ve wc kullaniliyomus ama kim takar simdi, parkta yatmak da var. gece rahat bi uykunun garanti olmasiyla agirliklarimi odaya bosalttim vurdum kendimi yollara. yaklasik 5 saat yürüdüm. st. nikolai ve st. michael katedral’lerini, ve adini bilmedigim bi kac yeri gezdim. aksam otele dönerken uzakta fc st. pauli’nin stadyumunu farkettim ve gezmek amaciyla biraz takildim. fc st. pauli hakkinda bilgileri ve nicin benim ilgimi cektigini surdan görebilirsiniz. gece de st. pauli ve altona’da gezerek günü bitirdim.

ertesi gün de bu yürüyüs maratonu devam etti. gece fotograf makinasinin pilinin bitmesi ve koca sehirde pazar günü acik bir market bulamamamla bir cok manzaranin ve ivir zivirin resmini cekme sansini kacirdim. pazar aksami saat 6 da hamburg’un en dogusunda steinfruther allee adli bir semtin metro istasyonunda beni bielefeld’e geri götürecek siyah toyota yaris’e atladim. benden baska 2 yolcu daha vardi, ve aractaki herkes hamburg’a geliste de oldugu gibi benle ayni yaslarda ve ingilizce bilen kisilerdi. iki günde 20 küsur km yürümüs olmanin verdigi yorgunlukla göz kapaklarimi zor acik tutabiliyodum. rahat ve hizli bir yolculukla mütevazi sehrime tekrar geri dömüstüm. bu arada alman otoyollarinin ilginc bir özelligi hiz sinirlamasi olmamasi, siz 160’la giderken yaninizdan vizir vizir200-210’la arabalar geciyor. ayrica türkiye’deki radar polisleri burdakilerin yaninda casus gibi kalirmis, onu gördüm. giderken gördügüm bir polis elinde ufuk cizgisinden bile görülebilecek bir cihaz tutuyordu, ayrica daha rahat görülebilmek icin fosforlu bir üniforma giymisti, yani burda radara yakalanmak beceri istiyor.

eve geldigimde ayaklarim ve canta tasimaktan sirtim ve omuzlarim sizliyordu. ama almanya da gecirdigim belki de en eglenceli haftasonuydu bu. hamburg gercekten mükemmel ve ilerde bi daha burlara gelicek olursam yasamak istedigim bi kent. simdi bakalim, siradaki hedef berlin’i gezmek…

onun disinda ne oldu 1 aydir? nerdeyse farkli hicbisi olmadi. burlarda bir almanca kursununa kaydoldum ve hafta arasi iki aksam gidiyorum, isten sonra ne kadar kafaya girerse tabi… onun disinda, bi kac aktivite, uzun haftasonu yürüyüsleri ve tabi ki is, is ve de is.

bugün burlar cadilar bayrami münasebetiyle tatil. yorucu haftasonu olayim ve dün geceki cadilar bayrami partisinden sonra bitik durumdaki bünyeyi toplamak icin bir sans yani. baska ne diyim, yok bisi, aklima bu kadar geliyo. sevgiler…

Arayislar

saatime baktigimda maca 5 dakika kaldigini gordüm ve adimlarimi siklastirdim. maci izleyebilecegim bir bahis dükkani, bir bar ya da onun gibi bisi ariyordum. giderek eve yaklasiyordum ve vazgecip evde internetten skoru takip ederim diye düsünürken bir bahis dükkaninin onunden gectigimi farkettim, hemen daldim iceri. iceride 2-3 kisi vardi, anlamadgim bir dilde mac izliyolardi. duvarlar cesiti ülkelerden takimlarin sayisiz kaskolu ve bayragiyla doluydu, tipik bir bahis dükkaniydi. kasadaki adama yanastim ve igrenc almancamla galatasaray’in uefa macini izlemek istedigimi soyledim. adamin bir alman’a ait olmadigi belli olan surati o anda burustu ve birkac dili karistirarak yuksek sesle söylenmeye basladi, ben ne oldugunu anlamaya calisirken adamin “aporprstos!! oporos papadopulos!!” söylerinin arasinda arkamdaki duvari isaret ettigini farkettim. dönüp baktigimda duvardaki devasa yunanistan bayragini gördüm. adam “noo türkii, nooo türkiii” diye bagirirken ben “heey easy meeen, heeey, gachayim” diyerekten ortamdan uzamaya baslamistim coktan. tam o esnada bu tip sahnelerde yabanciya yardimci olmaya calisan yasli amca tadinda bi yunan sahis ne aradigimi sordu, ben de anlatinca bana, caddenin sonunda bir türk kahvesi oldugunu söyledi. ben eyvalah amca diyip yavastan uzarken, kasadaki dangoz haydeee! haydeee ! diye bagiriyordu.

yunanliarin islettigi ve yunanlilarin takildigi bir dükkani zahmetsizce bulduysam bizimkilerinkini de bulurdum heralde. 10 dk’lik bir yürüyüsün ardindan karsima “tee staub – nargile salonu” adli mevzubahis dükkan cikti. iceri girdigimde, denizli’deki eski mahalemizde sifreli maclari izledigim kaygisiz kiraathanesi’nden farkisiz bi yerle karsilastim. yesil cuha kapli masalar, duvarlarda trabzon uzungöl manzara resimleri, var mi caycen, cayceeen, caycermisin! diye bagiran bir garson… tek fark, icerde alkol icmenin ne serbest olusu ve bir kösedeki kumar makineleriydi. ilginc gecen aksamin icine eden faktör sadece galatasaray oldu o gün.

bu haftanin en olumlu olayi heralde türkiye’den bir misafir agirlamamdi. ayn okuldan mezun oldugumuz 2 dönem üstüm osman kesf-i alem halindeydi, interrail gezisinin son günlerinde almanya’yi geziyordu. kisa bir haberlesme periodunun ardindan sali aksmi kendisiyle bulustuk ve bir gece misafir ettim kendisini. karsilikli olarak türkce konusmayi 3 haftada bu kadar özlermiydim bilmiyorum, özlemisim. saatlerce konustuk, geyigin b.kunu cikardik interrail anilarindan, istanbuldaki is ortamindan, okuldan, hocalardan… ertesi gün ögle yemegini beraber yedik ve aksam da kendisini yeni maceralara dogru hamburg’a yolcu ettim. yine yalnizdim 🙂

cuma günü ofis olarak yemege gidilecegi 1 haftadir konusuluyodu, ama nerde nasil olacagi hakkinda en ufak bir fikrim bile yoktu benim. ofis ici kaynasma aktiviteleri ya hali saha maci olurdu bana göre, ya da gidilir bir kirsal kesime mangal yapilirdi. her hafta ilginc bir sey olma zorunlulugu yuzunden, bu hafta nolcak bakalim diyordum, yemek yetisti imdadima. grup halinde gelip, restoran diye tabir ettigim yere girdigimde dükkanin sadece bir mutfaktan olustugunu gördüm. ama ne mutfak, simdiki evimin tamamindan büyük oldugunu söyleyebilrim. mutfaga bagli, genisce ve mükemmel dösenmis bir salonu ise sonra farkettim. ne eve ne restorana benziyodu burasi. sinradan ögrendim ki, andreas pöschel – nam-i diger der meisterkoch- isimli bir abimizin yemek sanatlari ögretme yeriymis burasi. zaman zaman da bizim gibi haftasonu aktivitesi yapmaya gelen gruplari da agirliyomus. velhasil kelam 2’serli 4 gruba ayirdi biyi bu üstad efendim. her gruba da 4 yemekten birinin tarif kagidini ve malzemelerini verip buyrun pisirin bekliyorum dedi. patronum peter barkowsky ile mezeleri yapma görevini aldim ve hummali bir calismaya koyuldum. ortaya cikan sonuc mükemmeldi. 4 grupun yemekleri pisirmesi, yemek, sohbet, muhabbet derken saati 12 ettigimizin farkina vardim. 1 ögün icin ortalama 15 dk ayiran bir kisi olarak alisik olmadigim bir durumdu bu. muhabbet yemekten sonra da devam etti tabi. bas ascimizin katilan herkese yemek yapma sertifikasi gibi güzel ve nüktedan bir hediye vermesinden sonra 2 gibi evimin yolunu tuttum.

bu pazartesi almanya’da tatil. wiedervereinigungstag, yani dogu ile batinin birlesme yildönümü. ben de alirim tren biletimi gezerim büyük sehirleri diye hayal kurarken bilet fyatlarini ögrenmemle oturmam bir oldu. berlin’e tek gidis 60€, münih’e tek gidis ve oktober fest’in son gününe yetisme 65€. yalan oldu tabi hersey, ben de bu 3 günlük tatilimi kah evde takilarak kah disari cikip etrafi gezerek degerlendirmek durumunda kaldim.

ama durunuz, önümüzdeki günler icin cok ilginc planlarim ve organizasyonlarim var. sakin bir yere ayrilmayin. bu haftanin fotograflari da yarin burda olucak, simdilik herkese iyi günler…

Haftasonu Ne Yapak?

haftasonunun hayalini kurarak kendimi motive ettigim bir haftayi geride biiraktim. calisma hayatinin en güzel yani bu galiba, en kücük bir bos zamani veya tatili dolu dolu gecirmek icin elinden geleni yapmaya cabalamak. bu cumartesi, yapmayi cok istedigim ve sartlar dahilinde yapabilme olanagim en yüksek olan bir aktiviteye katilmaya karar verdim: futbol macina gitmek!

bizim sehrin futbol takimi arminia bielefeld, borussia mönchengladbach’la oynuyomus efendim. biz de bi kac kisiyle beraber tribündeki yerimizi aldik tabi. gönül isterdi ki bir pinarbasi cekelim, gönül isterdi ki mac öncesi futbolcularimiza yumruk havaya yaptiralim. ama olmadi, dogal olarak. derken mac oldu bitti, bizim takim kendi evinde 2-0 yenildi efendim. takimda ruh kalmamis, hepsi milyarlik essek bu adamlarin. üstüne üstlük tribünde kimse sövmüyor, herkes birasini icip tiyatro izler gibi mac izliyor. hele metroyla stada giderken bi durakta 4-5 tane m’gladbach’li binip tezahürat etmeye basladi, aha dedim aksiyon olucak simdi, ama nafile. kuzu kuzu dinledi bizimkiler. neyse önümüzdeki maclara bakiyoruz, lig uzun bir maraton diyerek devam edelim…

yerel bir tv varmis burda, kanal 21 diye. onun bir festivali var dediler, ben de canli müzik dinlemeyi özlemis bir birey olarak “allah!” diyerek kabul ettim bu öneriyi. “dreamothergirl” ve “silversurfer” adli iki grubu canli olarak dinleme firsati buldum. bu iki grup da bielefeld mensei li, almanya da taninmis gruplarmis. tv`den yayinlanmasi sebebiyle katilim baya azdi. beraber geldigim jan adli arkadasin kanal calisanlarini tanimasi sebebiyle reji odasina kadar girip orayi burayi karistirdim. grup elemanlariyla tanisip cd lerini filan aldim. silversurfer i tavsiye edebilirim, internet sitelerinden bazi parcalarini dinleyebilirsiniz. ardindan da bi kac jamaika’li abimizin reaggae performanslarina tanik oldum, ki gayet iyiydi.

cumartesi yi böyle gecirdikten sonra, pazar gününü tamamen evde pinekleyerek gecirmeye karar verdim. ve bunda basarili oldum:) derken bi baktim ki yeni bir hafta baslamis…

bu arada, gecen hafta su meshur:) cadir kampi macerasi dönüsü birkac esyayi aiesec ofisine birakmak icin bielefeld üniversitesine gittim. simdiye kadar gördügüm en ilginc üniversite oldugunu söylemeliyim. üniversite tek binadan olusuyor, yani onlarca bölüm ve yaklasik 20.000 tane ögrenci ayni bina icinde bulunuyor. bazi yerlerde bina 10 kat yükseklige cikiyor, gördügüm en büyük binadir sanirsam. burdan bir resmini görebilirsiniz. böyle bir kampüs sistemindeki bir üniversite almanya’da da bir kac tane var. okuyanlara göre en büyük avantaji da binayi terketmeden istenen bölümden istenen bölüme gitmek. yilin büyük bölümü yagmurlu olan bir sehir ya da ögrencileri arasinda cok sayida anadal ve yandal ögrencisi olan bir okul icin iyi bir özellik tabi.

resimler icin (özellikle bazilari icin 🙂 ) iyi tepkiler aldim. firsat buldukca daha fazla resim upload etmeye calisicam. simdilik bu kadar efendim, esen kalin!

Oyle Oldu Boyle Oldu

herkese selamlar tekrardan,

gunler hizla geciyor, 1 haftayi devirmis bulunduk bugun. ilk 3 gun ise baslamadigim icin mumkun oldugunca galesizce gecirmeye calistim zamanimi. yagmur dindigi anda kendimi sokaklara attim, tanimadigim yollarda amacsizca, biyerlere ulasma amaci tasimadan saatlerce gezindim durdum. ve persembe gunu ise basladim, isyeri gayet guzel biyer ve cok fazla kisi calismamakla birlikte ilginc bir mimariye sahip. isyeri iki bina arasinda bir koprunun icine kurulmus, altindan cadde falan geciyor. ilginc bisey yani…

neyse efendim, hafta arasi iyi kotu gecti. diger ülkelerden gelen stajerlerin daveti üzerine komsu sehir gütersloh’a gidip barbekü olayina falan girdik. ancak bu haftanin asil bombasi, haftasonu gittigim badeinsel gezisiydi.

badeinsel, hannover yakinlarinda bir yapay bir göl ve onun ortasindaki adadan olusuyor. bu bolgedeki onemli bir turizm merkezi. biz, yani civar bölgelerdeki 6 sehirin aiesec komitelerinin üyeleri olan 40 kadar kisi, 1 gece cadirda kaldik ve kamp yaptik. oyunlar, tanisilan her milletten kisiler, tüketilen onlarca kasa bira ilgincti ama en ilginci elbiselerle en uzun kuyrugu olusturma yarisiydi. simdi burdan sonrasini ilgiyle okuyoruz:) oyun söyle, takim elemanlari elbiselerini cikarip yere sererek yerde en uzun kuyrugu olusturmaya calisiyor, en uzunu yapan sehir de bu turda en yuksek puani aliyor. neyse efenim, basladik soyunmaya… kazak cikti, tisort cikti.. atlet, ayakkabi, corap derken tikandim ben, ali$ik degil bunye boyle ulu orta ciplaklar kampi gibi soyunmaya. baktim, bizim elemanlar pantolonlari cikardi, herkes bana “soyun olm yenilcez” der gibi bakiyo. “olmaz öle $ey” demeye kalmadi, etraftaki kizlarin pantolonlarini cikarmasina tanik oldum. yasadigim saskinlik ve $ok + kazanma hirsi derken ben de pantolona davrandim efendim:) buz gibi aksam havasinda boxer’la geziyoruz. kemer, hatta ayakkabilarin bagciklari bile cikti ve yere serildi, rakip takimlari tam geciyoruz derken paderborn’un kizlarinin sütyenlerini cikarmaya basladigini, braunschweig’in adamlarinin boxer’larini cikarip anadan üryan buz gibi cimlere uzandigini gordum. bi an kendime bakip “emre olm sen burda bu halde napiyosun, neyin savasini veriyosun, esin dostun seni bu halde gorse ne dersin” diyip gurbet topraklarinda doncak kendimi sorguladim. allahtan boxer’a da gerek kalmadan yenildik de kurtulduk efendim.

ardindan takim halinde bira icme yarismasinda guzel bir ders verdik ve bielefeld’i birincilige tasidik. bielefeld’imizin bayanlari, soyunma yarismasinda pantolonlari cikarmayacak kadar prensipli olduklari kadar, hizli icme konusunda da erkekler kadar yetenekliymisler, bunu gordum. bir diger gordugum ayrinti ise, yerde top gordugunde hangi memleketen olursa olsun her erkegin topu iki ayaginin arasinda kistirip havaya firlatma hareketini yapmaya calismasi oldu. kafalar, mentaliteler ayni. cok da gerisinde diiliz avrupa’nin:)

neyse efenim eve 2 saat once geldim ve pestilim cikmis vaziyette. biraz dinlenmem lazim. simdilik bu kadar, bi dahaki sefere kadar hepinize sevgiler, saygilar…

Alamanya

evet efendim, en nihayetinde aiesec staji munasebetiyle almanya topraklarina inmis bulunuyorum. herkese mail atabilecek kadar imkanim olana kadar msn space’in bana vermis oldugu yetkiye ve bellek alanina dayanarak burdan iletisim kurmaya calisicam. zaten hep böle yandan yemis bir seyahatname yazma hayalim vardi, iyi oldu, neyse…

izmir – istanbul – hannover ucak olayi ve hannover-bielefeld arasi turlu turlu metro-tren silsilesi ve uyumadan gecen bir gece sonunda bielefeld’e geldim. tahmin edilebilecegi gibi yagmur yagiyordu. yarinda yagmur yagicagini soyluyolar hatta ondan sonraki gunler ve haftalarda da öyle:)

2-3 saat once evime yerlestim. 2 kisiyle kiraya ortak olup evi paylasicam ama ikisi de sehir disindaymis ki cumartesiye kadar evde yalniz takiliyorum demek oluyor bu. persembe de ise basliyorum.

resimleri bilgisayara atmadaki sorunlari astiktan sonra, cektigim resmlerle bi klasor yaparim heralde. simdilik bu kadar, herkese bolca selam ve iyi gunner….