saatime baktigimda maca 5 dakika kaldigini gordüm ve adimlarimi siklastirdim. maci izleyebilecegim bir bahis dükkani, bir bar ya da onun gibi bisi ariyordum. giderek eve yaklasiyordum ve vazgecip evde internetten skoru takip ederim diye düsünürken bir bahis dükkaninin onunden gectigimi farkettim, hemen daldim iceri. iceride 2-3 kisi vardi, anlamadgim bir dilde mac izliyolardi. duvarlar cesiti ülkelerden takimlarin sayisiz kaskolu ve bayragiyla doluydu, tipik bir bahis dükkaniydi. kasadaki adama yanastim ve igrenc almancamla galatasaray’in uefa macini izlemek istedigimi soyledim. adamin bir alman’a ait olmadigi belli olan surati o anda burustu ve birkac dili karistirarak yuksek sesle söylenmeye basladi, ben ne oldugunu anlamaya calisirken adamin “aporprstos!! oporos papadopulos!!” söylerinin arasinda arkamdaki duvari isaret ettigini farkettim. dönüp baktigimda duvardaki devasa yunanistan bayragini gördüm. adam “noo türkii, nooo türkiii” diye bagirirken ben “heey easy meeen, heeey, gachayim” diyerekten ortamdan uzamaya baslamistim coktan. tam o esnada bu tip sahnelerde yabanciya yardimci olmaya calisan yasli amca tadinda bi yunan sahis ne aradigimi sordu, ben de anlatinca bana, caddenin sonunda bir türk kahvesi oldugunu söyledi. ben eyvalah amca diyip yavastan uzarken, kasadaki dangoz haydeee! haydeee ! diye bagiriyordu.
yunanliarin islettigi ve yunanlilarin takildigi bir dükkani zahmetsizce bulduysam bizimkilerinkini de bulurdum heralde. 10 dk’lik bir yürüyüsün ardindan karsima “tee staub – nargile salonu” adli mevzubahis dükkan cikti. iceri girdigimde, denizli’deki eski mahalemizde sifreli maclari izledigim kaygisiz kiraathanesi’nden farkisiz bi yerle karsilastim. yesil cuha kapli masalar, duvarlarda trabzon uzungöl manzara resimleri, var mi caycen, cayceeen, caycermisin! diye bagiran bir garson… tek fark, icerde alkol icmenin ne serbest olusu ve bir kösedeki kumar makineleriydi. ilginc gecen aksamin icine eden faktör sadece galatasaray oldu o gün.
bu haftanin en olumlu olayi heralde türkiye’den bir misafir agirlamamdi. ayn okuldan mezun oldugumuz 2 dönem üstüm osman kesf-i alem halindeydi, interrail gezisinin son günlerinde almanya’yi geziyordu. kisa bir haberlesme periodunun ardindan sali aksmi kendisiyle bulustuk ve bir gece misafir ettim kendisini. karsilikli olarak türkce konusmayi 3 haftada bu kadar özlermiydim bilmiyorum, özlemisim. saatlerce konustuk, geyigin b.kunu cikardik interrail anilarindan, istanbuldaki is ortamindan, okuldan, hocalardan… ertesi gün ögle yemegini beraber yedik ve aksam da kendisini yeni maceralara dogru hamburg’a yolcu ettim. yine yalnizdim 🙂
cuma günü ofis olarak yemege gidilecegi 1 haftadir konusuluyodu, ama nerde nasil olacagi hakkinda en ufak bir fikrim bile yoktu benim. ofis ici kaynasma aktiviteleri ya hali saha maci olurdu bana göre, ya da gidilir bir kirsal kesime mangal yapilirdi. her hafta ilginc bir sey olma zorunlulugu yuzunden, bu hafta nolcak bakalim diyordum, yemek yetisti imdadima. grup halinde gelip, restoran diye tabir ettigim yere girdigimde dükkanin sadece bir mutfaktan olustugunu gördüm. ama ne mutfak, simdiki evimin tamamindan büyük oldugunu söyleyebilrim. mutfaga bagli, genisce ve mükemmel dösenmis bir salonu ise sonra farkettim. ne eve ne restorana benziyodu burasi. sinradan ögrendim ki, andreas pöschel – nam-i diger der meisterkoch- isimli bir abimizin yemek sanatlari ögretme yeriymis burasi. zaman zaman da bizim gibi haftasonu aktivitesi yapmaya gelen gruplari da agirliyomus. velhasil kelam 2’serli 4 gruba ayirdi biyi bu üstad efendim. her gruba da 4 yemekten birinin tarif kagidini ve malzemelerini verip buyrun pisirin bekliyorum dedi. patronum peter barkowsky ile mezeleri yapma görevini aldim ve hummali bir calismaya koyuldum. ortaya cikan sonuc mükemmeldi. 4 grupun yemekleri pisirmesi, yemek, sohbet, muhabbet derken saati 12 ettigimizin farkina vardim. 1 ögün icin ortalama 15 dk ayiran bir kisi olarak alisik olmadigim bir durumdu bu. muhabbet yemekten sonra da devam etti tabi. bas ascimizin katilan herkese yemek yapma sertifikasi gibi güzel ve nüktedan bir hediye vermesinden sonra 2 gibi evimin yolunu tuttum.
bu pazartesi almanya’da tatil. wiedervereinigungstag, yani dogu ile batinin birlesme yildönümü. ben de alirim tren biletimi gezerim büyük sehirleri diye hayal kurarken bilet fyatlarini ögrenmemle oturmam bir oldu. berlin’e tek gidis 60€, münih’e tek gidis ve oktober fest’in son gününe yetisme 65€. yalan oldu tabi hersey, ben de bu 3 günlük tatilimi kah evde takilarak kah disari cikip etrafi gezerek degerlendirmek durumunda kaldim.
ama durunuz, önümüzdeki günler icin cok ilginc planlarim ve organizasyonlarim var. sakin bir yere ayrilmayin. bu haftanin fotograflari da yarin burda olucak, simdilik herkese iyi günler…

